17 Aralık 2012 Pazartesi

Şeytanın Sev Dediği part 6


Güz mevsimine özgü renkler kampüsün siluetinde romantik aşk filmlerinin sonbahar temasını anımsatıyordu. Yerleri soluk sarımtrak - kahve tonlarına bürüyen kurumuş yapraklar el ele dolaşan sevgililerin ayakların altında çıtır çıtır ediyordu. Güneşin tenleri yalayan son ışınları altında çimlere sereserpe yayılmış çömezlerin ‘ üniversiteli ‘ olmalarındaki mutluluk gözlerinden okunuyordu.

Genç ise tüm bu doğa ve insanlık hallerini bir amfi salonunda pencereden bakarak izliyordy. Uzaklara dalış ve profesörün bir türlü istikrara kavuşmayan sesinin perde perde yükselişi … bir müddet dikkati derse verme, ilerleyen dakikalarda bozulan konsantrasyon içte bir duyumsama ve yine uzaklara dalma. Başı sonu aynı bir kısır döngü içinde geçmeyen fena saatler …


Can sıkıntısının had safhada olduğu bir ortadam insanların akıllarından neler geçtiğini tahmin etme oyunu bile kabak tadı vermeye başlamıştı genç için. O başkalarının neler düşündüğünü merak ediyordu. Peki aynı şeyi kendisi için merak eden var mıydı ? ihtimal bile vermezdi. Örneğin bu cırtlak sesli profesörün dün gece hanımı uyurken internetten yasaklı siteleri girme mücadelesi kimsenin aklına gelebilecek bir ihtimal değildir. Ya da en önde oturmuş 1 saattir can kulağıyla hocayı dinleyemeye çalışan türbanlı kızın sanal alemde bir nickname arkasına sığnıp ortalık orospusu olarak kendini tatmin etme çabası hiç mi hiç kimsenin aklına gelmez.

Dersin kasvetli havasını değiştirmek için gözleme dayalı yaptığı güldürücü iç konuşmalar gencin yüzünde kimsenin anlam veremeceği bir tebessüme neden oluyordu. “gören oldu mu ?” korkusundan uzak, “kim ne der ?” telaşını manasız bulan, sahipsiz bırakılmamış bir tebessüm bu. Bir özgüven patlatmasın etrafa saçılan laları gibi tebessümü de kayıtsız bir sürükleyişte “kim ne der ?” korkusunu ve utangaçlığını yakıp geçiyordu.

Şüphesiz ki bu özgüvenli dik duruşunu daha iki hafta önce sohbet ettiği günahkarlar aleminin ifşa olmuş kızına borçluydu. Gencin aklından hala çıkmamıştı. Tabuları yıkan hayatı ve yaotığı konuşmalarla bu kızın ruhuna değdirdiği sihirli değenek hal ve hareketlerinde garip bir etki yaratmıştı. Bu etki insan ilişkilerinde kendisine avantaj sağlıyordu.

Günlük hayatın keşmekeşi içinde kaybolup giderken bile kızın üzerinde bıraktığı etkileri fark edebiliyordu. Aynı duyguları kızın da hissettiğini biliyordu. Aralarında mutualist bir ilişki vardı. Her iki taraf da birbirinden çok şey öğrenmişti. Her ne kadar kızın sahici hayatı çarpıcı olsa da genç ile yaşadığı deneyim akranlarıyla arasında fark oluşturuyordu.


Genç bu serüven devam etsin istiyordu. Kızdan numarasını alamasa bile ilerde alacağını belki de buluşacaklarını tahmin ediyordu. Onu en çok meraklandıran bu ilişkinin sonunda ne olacağıydı. Kızın iç dünyası cezp ediciydi. Cinsel sohbetlerden öte en ilgi çekici yanı buydu işte. Akranlarından hatta yaşça kendinden büyüklerden bile farklı bir üç dünyası vardı. Bulunduğu yaş karakterine elbet yansıyordu, bu son derece olağandı. Ama önemli olan yaşanmışlıklardı. Kızda da bundan bolca vardı.

Aslında korkuları da yok değildi. Kızın onu unutması gibi, ondan sıkılması gibi korkuları vardı. Hem unutsa ve sıkılsa ses edemezdi. Çünkü kıza işlemiş gibi anlattığı günahlar gerçeği yansıtmıyordu. Kıza bunu itiraf ettiğinde hoşgörüşüyle karşılaşması ister istemez genci utandırıyordu. Ortada biri sahici diğeri sahte iki hesap vardı. Sahte olan kendisiydi, kullanılıp atılsa sitem etmeye hakkı olmazdı. Özsellikle kızın numarasını vermeyişi, “ilerde belki” diye unut vermesi sahte oluşunda önemli etkendi.

Bir yandan da ‘baba’ faktörü vardı. Kızın korkuları vardı. Düzenli olarak aldığı anti depresanları da işin içine katarsak bazı davranışlarının gençle alakasız olduğu saptanabilir.


Bütün bunların yanında gencin karşı karşıya olduğu bir gerçek daha vardı ; o da kızın yengesiyle yaşadığı cinsel deneyimdi. Nedense bu konuda kızı suçlayamıyordu. Onun mağdur olduğunu ve yengesinin dayatmasıyla yasak bir ilişkiye sürüklendiğini düşünüyordu. Kızı suçlu bulduğu konu ise öz yeğenine -yengesinin oğlu- karşı hissettikleriydi. İstemsizce girip çıktığı kıskançlık buhranlarından utanma sebebi de buydu. Kızın kendisine aşkla yakın duygular hissetiğini itiraf ettiği gece ona yeğenini anısatmıştı. Gereksizce bir sitemdi bu. Kız da bunu gereksiz bulmuş ve asıl ilgilendiği kişinin gencin ta kendisi olduğunu belirtmişti. İşte bu noktada kızın açık sözlülüğünü sindirmekte zorlanan bir insan portresi görevindeydi. Birçok günahkarı dinlemişti ve bundan zevk almıştı. Ama şimdi gelen çok farklıydı. O diğerleri gibi değildi. Kız anlattıkça hayretlere düşmüş, kıskanmış, seyrek de olsa haz almıştı.

Neyse ki bu ayrılık 1 hafta sonra sona erecekti. Bayram dönüşü için söz vermişti. Sözünü tutacak, samimiyetlerini bıraktıkları yerden devam ettireceklerdi. Hayatın yoğun temposu zamanın akışını hızlandırıyor, iple çekilen günleri yaklaştırıyordu.

Genç, içinde duyumsadığı tatlı bir heyecanla dersin biteceğini sezip toparlanan arkadaşlarını izliyordu. Yüzünde beliren tebessüm hala yerindeydi. Kimsenin bilmediği ve asla bilemeyeceği bir sırrı saklarmış gibi havası vardı. Yüzünde alaycı bir ifade, topraklarına ayak bastığı yeni gezegeninden sınıftan birlikte çıkan profesöre ve türbanlı kıza el sallıyordu.



14 Aralık 2012 Cuma

Şeytanın Sev Dediği part 5


SON GECE

Her şey çok hızlı gerçekleşmişti. Kızla tanışması, sohbetin cinsel doyumlarla bir anlam kazanması, devamında kızın itirafları ve gence karşı hissettikleri …


Genç, günahkarların yazılı olmayan ama her günahkarın bildiği “dün geceyi unutma” kuralını çiğnemekle kalmamış, “şeytanın sev dediği” bir kıza yürekten bağlanmıştı. Oysaki bu gece son olacaktı, evet ama şeytanın sev diyerek telkinde bulunmasının ve bu telkine uyarak kızı sevmesinin ödenecek bir diyeti olmayacak mıydı ?

Ayrılık an itibariyle gencin yüreğini karartan amansız bir dertti. Fakat bu sanal ilişkinin kefareti ayrılık acısıyla değil, ilerde gencin tüm benliğini sarsaracak bir olayla ödenecekti.


Son gecenin melankolisi altında kızdan gelecek bir mesaja kilitlenmişti. Yaşadıkları onca şeyden sonra bu bekleyişi uzun sürmedi.


Kız : nasılsın canım ?

Genç : iyiyim birtanem, sen nasılsın ?

Kız : iyi olmaya çalışıyorum.

Genç : evdekilerle yine sorun yaşamıyorsun değil mi ?

Kız : yok bir yaramazlık henüz.

Genç : ilaçlarını aldın mı ?

Kız :
aldım canım.

Genç : bu gece sana bir iyi bir de kötü haberim var.

Kız : kötü olanı söyle.

Genç :
bayrama kadar görüşemeyebiliriz. Malum benim de işlerim var.

Kız : anlıyorum canım. Peki hiç mi görüşmeyeceğiz ?

Genç : en azından şimdiki kadar değil. Gündüzleri yoksun zaten, geceleri de ben olmayacağım.

Kız : saygı duyarım, beklerim de. Senin de işlerin güçlerin var halletmen gereken. Şimdi iyi olanı söyle.

Genç : onu gecenin sonunda sürpriz olarak açıklarım.

Kız : hadi amaa !

Genç : ısrar etme böyle daha heyecanlı. Bu arada yengenle görüşüyor musun ?

Kız : off tamam. Okulum dolayısıyla fazla görüşemiyorum. Ama çağırıyor.

Genç :
evi temizleme bahanesiyle filan …

Kız : öyle de diyebiliriz.

Bu ana dek kız, önceki gecelerde gençten istediği ve yalvardığı şeyi unutmuşçasına olağan ve sakindi. Bir erkeği bu denli merak etmekten utanmış da ‘ifşa’ için diretmemekte karar almış gibiydi. Gençte buna şaşırıyordu. Daha düne kadar ki yaşadıkları sohbetten kızın gururu incindi diye düşündü. Bu arada ‘yenge’ konusunu kasten açmıştı. Kızın yengesiyle olan sırdaşlığına üçüncü bir kişi olarak katılmasıyla bu konuyu açmakta beis görmüyordu.

Genç : o malum soruyu sordun mu ? hani yengenle oğlu arasındaki …

Kız : müsait bir zamanda soracağım. Bu arada senden bahsetme fırsatı buldum ona.

Genç bir an için şaşırdı. Sonra aklına geldiği üzere kıza daha önce “sırrınızı bilen üçüncü kişiden yengene bahsetmeyi düşünmez misin ?” dediği aklına geldi.

Genç : nasıl yani ? hangi ara bahsedebildin ki ? nasıl tepki verdi ?

Kız : bir akşam misafirliğe geldiler bize. Odama gelmişti. Bir süre havadan sudan konuştuk. Sonra mevzu bahis erkeklerden açıldı ve seni söyledim. Önce kızdı. Yaşadıklarımızı anlatmama sinirlendi. Ben de sana kefil oldum. Senden hiçbir zarar gelmeyeceğini ona söyledim. Bana güvenir. Dikkatli olmamı söyledi. İçerden bizimkiler çağırınca gitmek zorunda kaldı.

Genç : biz de ona güvenmeli miyiz ? oğluyla yani kuzeninle iletişimi nasıl bilmiyoruz.

Kız : tabiiki güveneceğiz. Nasıl ki sana kefil oldum ona da olurum. Hiç şüphen olmasın bu konuda.

Genç : sana güveniyorum canım. Yalnız mısın oda da ?

Kız : evet, yattı bizimkiler.

Genç : üstünde ne var ?

Kız : ooo başladık yine :)

Genç :
istemiyor musun ? yoksa bu gece havanda değil misin ?

Kız : havamdayım canım. Üstümde göbek kısmı açık yüzücü atleti, altımda şortum var.

Genç : siyah mı yine hepsi ?

Kız : külodum bile desem …

Genç : şu an masada mısın ? yatakta mı ?

Kız : masadayım.

Genç : o masanın altında olmak isterdim.

Kız : seni yaramaz seni :)

Genç : şortunu sıyırırdım, külodunu da. Tertemizdir şimdi orası. Yalardım uzun bir müddet nefes alış verişini duyardık. Abansızca bastırırdın kafamı iyice.

Kız : evet canım evet.

Genç : ne yapıyorsun şu an ?

Kız : elim külodun içinde ıslak azıcık

Genç :
bu gece farklı şeyler deneyeceğiz. Sana söylediğim şekilde pozisyonlara gireceksin. Yatağa geçebilir misin ? orada yazışsak …

Kız : geçerim aşkım

Genç : vazelin ya da krem var mı odan da ?

Kız : bir saniye bilgisayarı kaldırıyordum. Banyodadır yanımda yok.

Genç :
gidip alamaz mısın ?

Kız : ses yaparım şimdi. Hem heyecanlandırıyorsun beni :)

Genç :
olsa iyi olurdu neyse sen hazırlan.

...

Kız : tamam canım yataktayım.

Genç : şimdi sana bazı talimatlar vereceğim. Bir süre okuyacaksın beni. Arada dayanamaz yazarsın zaten. Yanındaymışım gibi hissetmeni istiyorum.

Kız : tamam dinliyorum.

Genç : dizüstü otur. Bilgisayara doğru uzanırmışçasına eğil. Kalçaların havada kalsın biraz. Külodunu sıyır bacaklarına kadar. Bekliyorum seni.

...

Kız : tarif ettiğin vaziyetteyim şu an.

Genç :
tamam aşkım parmaklarınla aç deliğini biraz, ıslat elinle. Arada git gel yap. Yatağın gıcırtıları karışsın seslerimize. Beni oku sadece arada yazarsın.

Birbirine uzak bedenlerin son gece valsi başlamıştı. Tenler değmese de kalpler ortak günahın hazzıyla atıyordu. Günahları fantezilere büründükçe tabuları yıkmanın zevki bir kat daha artıyordu. Unutulmayacak bu son gece, masum ve kendini suçlayan bir kalbin sahibiyle mezarına kadar gidecekti.

Genç yazdıkça kız okuyor, karşı tarafın zevk alıp almadığını merak ediyordu. Ne aldığı ilaçlar ne de gittiği terapiler, gerçek zevk ve mutluluğu burada yaşıyordu. İçinde bulunduğu durum bastırılmış duygularının açığa çıkışıydı. Düştüğü zevk aleminden erkeğine sesleniyordu :


Kız : erkeğiiiim evet yaz lütfen devam et sahip ol bana, aşkına.

Genç : arkandan git gel yapıyorum, kalçalarına çarptıkça çıkan sesler odayı dolduruyor. İnliyorsun altımda amın sulandı, daha hızlı gidip geliyorum.

Genç : yüz üstü çevirdim şimdi. Yüzüme bakıyorsun.

Kız :
eveet masumca, utangaç ama arzulu.

Genç : kalçalarının altına yastık koyuyorum öyle giriyorum daracık ve tertemiz amına. Memelerini okşuyorum, eğilip öpüşüyoruz bir süre o şekilde şehvetle. Sahip ol bana diye fısıldıyorsun kulağıma. Tempoyu arttırdık. Sallanıyor tüm bedenin, arttı bağrışların.

Kız : offfffff devaaam

Genç :
tam o sırada kaldırıyorum seni, kucağımdasın. Sırtını gardroba dayadım, öpüşüyoruz, hala içindeyim. Ayakların yerden kesildi, zıplıyorsun benimkinin üstünde, bacaklarını belime doladın. Ellerinle boynuma tutunuyorsun.

Kız : tut beni aşkııım sakın bırakma.

Genç : gözlerin kayıyor, zıpladıkça benimkinin üstünde memelerin sallanıyor tempoyu arttırdık. Bacaklarını iyice doladın belime daha sert vuruyorum amına, kendinden geçtin. Aşkım boşalıcam yatağa bırakıyorum seni.

Kız : bırak aşkım boşal istediğin yere.

Genç :
memelerine boşalıyorum yüzünde anaç bir ifade …

Kız : senden olan her şey değerli benim için. Seviyorum seni.

Genç : sarılıyoruz birbirimize öpüşüyoruz uzun müddet. Tenlerimiz birbirine değiyor, hiç ayrılmamacasına. Sevişiyoruz yatakta, öpüyorum aşkımı, sahip olduğum kadını. İster misin bir daha

Kız : lütfeeen !

Genç :
doğruluyoruz yerimizden, yatıyorsun sırt üstü. Koyuyorum kalçalarına yastığı. Yüzünde anaç duygularla bekliyorsun. Giriyorum amına yavaş yavaş, daracık ve sıcacık amına giriyorum. Ben girdikçe yanakların pembeleşiyor, hızlanayım mı ?

Kız : hızlan aşkım sert ol, hızlaaan !

Genç :
hızlanıyorum git gide,amın sıcacık hiç çıkmamacasına girdim bikere. Yatakla birlikte sallanıyor bedenin de. Doğruluyorsun yerinden öpüyorsun dudaklarımdan. Nefes alış verişini duyuyorum, genişliyor burun deliklerin, artıyor inlemelerin. Sert bir şekilde giriyorum terledik ikimizde, birbirine çarpan et sesleri ve inlemelerin.

Kız :
erkeğiimmm aşkım.

Genç :
boşalmak istiyorum içine dayanamayacağım.

Kız :
içime boşal aşkım.

Genç :
korkmuyor musun ?

Kız : hayır lütfeen.


Genç : babanı karşına alır mıydın benim için ?

Kız :
herkesi, her şeyi, kim olursa … devam et aşkım

Genç : boşalıyorum içine, sıcacık ve tertemiz amından çıkartıyorum benimkini. Yorgunuz ikimizde, terliyiz. Üzerine yatıyorum, ellerini boynuma doluyorsun, aralıksız öpüşüyoruz dakikalarca. Çıplak bedenlerimiz tek vücut olmuşçasına dönüyor yatakta.

Kız :
seviyorum seni aşkım öpüyorum seni.

Genç :
yoruldun değil mi ? acıdı mı makatın ?

Kız :
açtım baya orayı, acımaz olur mu. Amım sulandı. Sen nasıl boşaldın mı ?

Genç :
evet canım. Zevk aldın mı ?

Kız : almaz olur muyum, toparlanayım biraz.

...

Genç : benim için senin tatmin olman önemli.

Kız : aynı şey senin için de geçerli canım. Mutlu ol yeter !

Genç : bir sürprizim vardı anımsarsan.

Kız : aa evet aklıma geldi şimdi. Yoksa , yoksa adını ?

Genç :
evet

Kız :
bekliyorum öyleyse.


Gencin kıza ifşa olma zamanı gelmişti. Ne zamandan beri düşünüp taşındığı şeyi yapacaktı. Yalnızca adını söyleyecekti. Bunun karşılığında da kızdan bir şey isteyecekti. Ayrı kalacakları süre içersinde yalnızlığını hafifletecek bir şey.

Genç : adım ******

Kız : ****** aman tanrım ne kadar mutlu oldum bilemezsin. Yokluğunda adını ansam yeter benim için. Teşekkür ederim aşkım.

Genç :
sesimi duymak da istemez miydin ? telefon numaranı versen …

Kız : canım benim, biliyorsun babam telefonumu karıştırır, takip eder sürekli beni.

Genç :
ankesörlü telefondan ararım bir şey olmaz.

Kız : öyle ama biliyorsun kendisi polis.

Genç :
5 dakikayı bile geçmeyecek görüşmeler olacak, seslerimizi duysak yetmez mi ?

Kız : burada seninle karı – koca ilişkisine varır cinsten konuşmalar yaptık.Telefonla görüşsek önce iyi bir arkadaş gözüyle değerlendiririm. Anlıyorsun beni değil mi ?

Genç : anlıyorum elbet. Burada yaptığımız konuşmaları oraya taşımayız. Önce yeni tanışmış insanlara özgü arkadaşlıklar kurarız. Ama daha düne kadar gerçek hesabımı istiyordun.

Kız :
canım ileri doğru bu dediğin olacak zaten. Şu an kendimi hazır hissetmiyorum. Malum babam …

Genç, kızın bu davranışı karşısında şaşırmıştı. Oysaki numarasını kolayca alacağını ve buna razı geleceğini düşünüyordu. Aralarında oluşan bağdan söz eden kız değil miydi ? öyleyse neden “hazır değilim” diyordu. Düne kadar aynı lafı ‘ifşa’ olma konusunda kendisi söylemişti. Şimdi de kız söylüyordu. Belki gerçekten hazır değildi ve ‘baba’ faktöründen korkuyordu. Fazla ısrar etmek istemedi.

Genç : tamam öyleyse canım. Yarın sabah gideceğim. Var mı söyleceğin bir şey ?

Kız : biliyorum ): umarım işlerin rast gider. sağ salim geri dön yeter. Öpüyorum seni.

Genç :
ben de seni.

Kız : peki hiç görüşemeyecek miyiz ?

Genç :
fırsat buldukça görüşürüz ama şimdiki kadar değil. Kendine iyi bak canım. Yatmam lazım.

Kız :
görüşürüz canım. Kendine iyi bak yeter. İyi geceler, öptüm.

Genç : sana da iyi geceler, tatlı rüyalar canım öpüyorum her yerinden.













11 Aralık 2012 Salı

Şeytanın Sev Dediği part 4

Güzel Bir Gün


Gözlerini açtığında saat öğleden sonrayı çoktan geçmişti. Yatakta geçirdiği her saniye zamanı aleyhinde işletiyormuş gibi bir korkuya kapıldı. Yerinden doğruldu, çevik bir hareketle attı üstünden yatak örtüsünü.


Sabah işe gitme telaşındaki bir insan benziyordu hareketleri. Zaman bir an için en değerli hazine olmuştu onun için. Aklından geçenler her zamanki senkronda çekirdek etrafında dönen elektronların hızıyla birbirine teğet geçiyor kimi zaman çarpıyordu.

Alışıktı beynin bu deli eden aktivasyonuna. Çoğu zaman kesip atası gelirdi başını gövdesinden. Dün gece yaşadıkları ve yakın zamanda bitecek olan mutluluğunu düşünüyordu. Çarpık yerleşen gece kondu mahalleleri gibi iç içe geçmiş düşünceler rahat bırakmıyordu onu. 1 - 2 saat sonra bu deli nöbetler bitecekti. Ve aklından geçenleri bir kedinin fareyi tuttuğu gibi tutacak, zamana koy vererek istediği gibi irdeleyip sorgulamaya vakti olacaktı.

Neyseki zaman hızlı akıp geçiyordu. Biraz önce beyin loblarına hoyratça çarpan düşünce dalgaları hızını kesmiş ve durulmuştu. Her sabah tekrarlanan bu rutin hadise sinir kat sayısını arttırıyor, asimetrik gördüğü her hareketi, davranışı ve sözü sahibiyle birlikte haşlıyordu. Şükürler olsun ki evde kimse yoktu. En kötüsü de bu olurdu zaten. Öbür türlü duvarlar çok acıtırdı ellerini.


Ayrıca uyandığından beri kalbinde değişik, uzun zamandır hissetmediği duygular canlanıvermişti. Garipsediği ve yabancı geldiği bu duygular ona dün geceden mirastı. Tıpkı sevdiği erkekten olan bir canı karnında taşıyan anne adayı kadınlar gibi yüreğinde ona mutluluk veren bir şeyler kımıldıyordu.

Sevilmek, sevildiğini bilmek ne kadar da güzel. Her gün onlarca kez çağrılan ismini öğrenmek için can atan birinin olduğunu bilmek ne büyük mutluluk ! aşk olmasa da aşka yakın duygulara layık olmak ne büyük onur ! işte uzun zamandır tatmadığı ve yabancı kaldığı duygular bunlardı.

Uzak kaldığı duyguların yanında bir de çok iyi bildiği, alışık olduğu, ona refakatlık eden kahrolası duygular da vardı. Yalnızlık gibi, çaresizlik gibi, ayrılık gibi …

Ayrılık vardı sonunda haz dolu gecelerden, günahlardan ve sevildiğini bildiği kişiden.


Ona bu gece söylecekti yarın gideceğini, uzun bir süre olmasa bile uzak kalacağını … o da zevkin sularına batırıp çıkaracaktı onu ve öyle uğurlayacaktı sevdiği meçhul kişiyi.

Bir an için ‘budala mutluluğu’ yaşadığını zanneti. Varsın ‘budala mutluluğu’ olsun ne olacaktı sanki ? mutlu olmayı istemek budalalık mıydı ? hem nerden çıkmıştı bu şimdi. Bir rüyanın içinde olduğu kanaatine nerden varmıştı ? bir rüyada olsa bile uyandırılmak istemiyordu. Sırtına yüzlerce kez balyoz da indirseler kayıtsız kalacaktı ikazlara ve telkinlere.


Sevildiğini bilmek mutluluğu tetiklediği gibi “bu hayatta sen de varsın” mesajını da veriyordu. “Var olduğunu” duyurmak için illa kalem ve kağıda sarılmak gerekmezdi. Sevgiliden güzel sözler duymak, karşılıklı bakışmak, öpüşmek, sevişmek hepsi ama hepsi varlığını tescilliyordu.



Sokağa çıkmalıydı. El ele tutuşan çiftlere, parklarda, korularda öpüşüp koklaşan sevgililere bakmalıydı. Eskisi gibi nefretle mi bakacaktı onlara ? “hayat budalaya güzel” deyip yanlarından mı geçecekti ? hayır ! güler yüzle bakacaktı onlara, salt mutluluğa ancak bu şekilde ulaşılabilirdi. Başkalarının mutluluğunu kıskanmayarak insanların sevinçlerine ortak olarak herkes gibi olmayı kabul ederek ulaşabilirdi salt mutluluğa.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Şeytanın Sev Dediği part 3

En Uzun Gece

Bir kural vardır günahkar aleminde, yazılı değildir ama hepsi bilir, harfiyen uyarlar bu kurala istemsizce.
Nedir bu kural ?


Gün ışıdığı vakit her biri söz birliği etmişçesine susar ve unutur her şeyi. Tıpkı gece barda tanışılıp sevişilen kızı yatakta bırakıp çekip gitmek gibi. Kuralları budur ; unutmak ve unutabilmek

Devlet memuru ise içlerinden biri. Çoktan unutmuştur dün geceyi. Hanımı ve çocuklarıyla kahvaltı yaparken sabah taktığı maske vardır yüzünde.

Eğer önemli bir iş adamı ise, çalışanlarının gözünde ulaşılmaz gözüküyordur yine. Çünkü o da değiştirmiştir maskesini. Kibirli ve mağrurdur. Öğle molasında beraber yemek yediği, konuştuğu, şakalaştığı kodaman arkadaşları bilmez onun bir pedofili olduğunu mesela.

150 kişilik bir amfide herkesin can kulağıyla dinlediği, dersinden geçebilmek için uğraşılan profesörün dün gece hanımı uyurken ‘incest pornoları’ izleyip mastürbasyon yaptığını kimse bilmez mesela. Öğrencilerinin aklının ucundan bile geçmez. Unutmuştur o da dün geceyi ve maskesini takmıştır derse girmezden evvel.

Bizim genç de unutmuştu her şeyi. Tıpkı dün gece yazıştığı kızın unuttuğu gibi.

Vampirlere benzer onların yaşantısı. Güneş doğunca işlenen günahlar tabutlara sıkıştırılır ve gece oluncaya dek bekletilir. Yalnız işlenen günahlar mı ? tabiiki de hayır ! gece büründükleri değişik yüzlerce karakter ve maske tabutlara konulmuştur. Ne zamanki batan güneşin kızıllığı çepeçevre edecek onları, işte o zaman tabutlar açılacak ve nadasa bırakılan iç dünyalar, karakterler, maskeler ortaya çıkacak.

Tanrı geceyi yaratırken, kullanırının üzerine sereceği uçsuz bucaksız siyah örtünün altında işlenecek günahlardan haberdardı elbet. Belki de bu yüzden saatlerce kaldırmıyor siyah örtüyü üzerimizden. Rahatça ve umarsız düşülen kepazelikleri, rezaletleri sevdiği kullar görmesin diye. Bari onları uzak tutmak için tüm kötülüklerden …

Gün boyunca beklenen olmuş ve hava kararmıştı. Günahkarlar için yeni bir gün başlıyordu. Toplum içinde takılan maskeler can sıkıcıydı ve çıkarılmalıydı. İki yüzlülük resitali başlamıştı. Yalnız bir şey eksikti. Kız yoktu ortada. Genç uzun zamandır bekliyordu onu. Dün gece yaşananlardan sonra utanmış ve gizlenmek istemiş olabilir miydi ? bu ihtimal gencin de aklına gelmişti ama üzerinde durmadı. Gene eskisi gibi devam edecekti yazışmaları.



En nihayetinde genç haklı çımıştı, kız online durumdaydı. Bir süre bu duruma kayıtsız kaldıktan sonra sohbeti başlatmak istedi.

Genç : nasılsın ?

Bilmeden de olsa en uzun geceyi başlatan taraf olmuştu. Bu gece kızla arasındaki ilişkinin miladı olacaktı.

Kız : iyi değilim Babamla tartıştık.

Genç : neden ?

Kız : normal biz de bu tarz şeyler. Sahi senden bir şey isteyeceğim. Gerçek hesabını verir misin ?

Genç : nerden çıktı şimdi bu ?

Kız : merak ediyorum seni. Gerçek hesabından yazışalım, adını söyle lütfen.

Beklenmedik bir durum söz konusuydu. Kız gencin ifşa olmasını istiyordu. İlerde böyle bir istekle karşılacağını aklına getirmemişti. Onun için gizlilik esastı. Ve tüm günahkarlar için aynı şey geçerliydi. Genç kendini ‘günahkar’ olarak lanse ediyor ve onların yazılı olmayan kurallarını prensip meselesi yapıyordu.

Genç :
bunun pek de bir önemi yok.

Kız : benim için var. Bak sakın benden korkma, sana zarar gelmeyecek. Gerekirse hayatımı ortaya koyarım bunun için. Yani ifşa olduğun vakit kötü bir şey olmayacağına dair.

Genç :
korktuğum filan yok hem beni niçin merak ediyorsun ?

Kız : lütfen ! çünkü her gece konuştuğum insanın nasıl biri olduğunu merak ediyorum.

Genç : bak benim bu hesabı alış amacım farklıydı. Aslında seninle yani her şeyi açık ve net olan gerçek bir hesapla konuşmamam gerekirdi. İlerde “ifşa ol” talebinde bulunabilirdin ve bulundun da. Bu şekilde iyiyiz hem büyüsü bozulması ilişkimizin.

Kız : kastettiğin şey cinsel sohbetler ise inan bana o zaman da devam ederiz. Lütfen !
Genç : bundan şüphem yok ama dediğim gibi büyüsü bozulur her şeyin.

Kız :
yalvarırım sana lütfeen !

Genç :
şaşırtıyorsun beni. İsmim cismim pek de bir önemi yok bunların. İfşa olursam hiçbir anlamı kalmaz konuştuklarımızın. Şekle önem verme. Bugüne kadar konuştuklarımız mühim sadece. Hem bakarsın.

Kız : çirkin ya da güzel olman farketmez. Ben seni merak ediyorum. Sana karşı farklı hisler belirliyorum. İnsanları uzakta da olsalar çözümleyebilirim. Sen evet sen iyi yüreklisin, güveniyorum sana lütfeeen !

Genç bu ani tepkinin şokundan sıyrılmış, daha gerçekçi düşünmeye ve olayları idrak etmeye çalışıyordu. Kızın samimi bir üslupla yazdıklarına karşılık itirafta bulunmaya karar vermişti. Kıza diğerlerine anlattığı gibi işlemediği günahları işledim diye anlatmış, karşı tarafı yalanlarına inandırmıştı. Bu iki yüzlüce tutumu kızın kendisine beslediği duygulara hakaretti. Büyü bozulmuştu ve kız diğerleri gibi olmadığını ispatlamıştı.


Genç : dinle beni ! sana bir itirafta bulunacağım.

Kız :
nedir ? ne oldu ?

Genç : beni muhattap alma ve kabul etme sebebin ortak günahımızın hazzı değil miydi ? yani bizi bir tuıtan şey bu ortak günah değil miydi ?

Kız : evet

Genç : öyleyse söyleyeyim sana ilk zamanlar inandırıcı bir dille işlediğimi anlattığım ilginiçeken tüm günahlar hayal mahsulüydü. Hiçbiri gerçek değildi. Bu sahte hesapla yazıştığım insanların hayatları ilgimi çekiyordu ve onlara da yalanlar atarak karşılıklı mutualist yaşamlar sürüyorduk. Ama sen onlardan farklıydın ve bunu ispatladın. Sana karşı bu yalanımı sürdüremezdim. Beni affet !

Kız : sen suçlu değilsin ki, insanları sınamak istemişsin o kadar.

Genç : peki inanmış mıydın bana ve günahlarıma ?

Kız : evet inanmıştım. Ama bunun pek de bir önemi yok. Önemli olan aramızda oluşan bağ.

Yapbozun parçaları birleştikçe gerçek su yüzüne çıkıyordu. Genç bu itirafı yaparken kızın tepkisini de merak ediyordu. Kandırılmış bir insanın gururu yoktu kızda. Aksine gencin affedilmesi gereken bir davranışı olduğunu düşünmüyordu. Bu durum genci ürkütüyor, kızın iç dünyasına şaşıyordu.

Genç :
bir heves olamaz mı hissettiklerin ve beni görme isteğin ? yaş itibariyle büyüğüm senden ve seni anlayabiliyorum. Zamanında ‘herkese tutulma’ rahatsızlığı bende de vardı.

Kız :
bir heves mi ? baksana yoksa sende beni diğer konuştukların gibi mi görüyorsun ? aramızdaki iletişime ne denli önem veriyorsun? hem inan bana yaşıtlarımdan daha fazla hayat tecrübem var. Bunları anladığını tahmin ediyordum.

Genç : kuşkusuz aramızda oluşan bağın ciddiyetini fark ediyorum. Sen diğerlerinden çok farklısın. Kıyaslama bile yapmam onlarla. Fakat bir ihtimalin üzerinde duruyorum diye ‘nankörlük’ ettiğimi sanma. Dediğim gibi beni görmeden etmeden kesin yargılara varıyorsun.

Genç ilerde pişman olacağı sözler söylüyordu. Konuşmasına iki yüzlülük bulaşmıştı. Çünkü kıza karşı olan hissiyatı, kızın ona karşı olan hissiyatından daha kuvvetli değildi. “aramızda oluşan bağ” derken bu tabiri öylesine kullanıyor, kızı hüsrana uğratmamak için “aslında öncelik sıram cinsel sohbetlerin hazzıydı” diyemiyordu.


Kız : yaşıtlarıma oranla çok şey yaşadım derken ciddiydim. Daha önce anlatmamıştım şimdi anlatayım en yakınlarım, iki kız arkadaşım öldüğünde kimse yanımda olmadı. Hayattaki gerçek dostlarımı kaybetmiştim ve yapayalnızdım. Kimse bu kızın hali nicedir demedi. Keza dayımın küçük kız bebeği gözümün önünde öldü. Depresyona girdim. Nasıl bir psikoloji içinde olduğumu düşünebilir misin ? psikiyatra gittim son zamanlarda sadece verdiği ilaçları alıyorum. Normalde bunları anlatmak istemezdim, anlatayım dedim. Şimdi lütfen yalvarırım söyle ismini kim olduğunu :(

Genç bir an için kendini ifşa edip etmeme konusunda tereddüt yaşadı. Ama buna gerek yoktu. Başta dediği buraya kendini ifşa etmek için gelmemişti. Kızın hali ortadaydı. Ondan bir zarar gelmezdi bunu biliyordu. Baba – kız arasındaki sürekli çatışmanın nedeni belli olmuştu. Sevgisizlikti temelde yatan neden. Kız daha önce genç haricinde hiç kimseye bu kadar açılmamıştı, belliydi. Belki gecenin sonuna doğru bir umut kapısı aralayıverirdi.

Genç : anlıyorum canım anlıyorum. Hakikaten farklı biri olduğunu sezmiştim.

Kız : hep yanımda olmanı istiyorum. Her zaman benim ol !

Genç :
ama böyle yaparak da korkutuyorsun. Sevginin en yoğun haline layık değilim belki de.

Kız :
lütfeeen, lütfen canım. Açıkla kendini adın ne ?

Genç :
kendini benim yerime koy. Bu zamana kadar hiç böyle konuşmamıştık seninle. Bir gecede artan bu merak ne diye ? sarfettiğin sözlerin manası çok büyük. Korkutuyorsun beni. Lütfen kendini benim yerime koy ve içinde bulunduğum durumu düşün.

Kız :
kendimi senin yerine koysam da duygularıma engel olamıyorum. Sana hiçbir zararım dokunmayacağına yemin ederim. Yalnızca seni merak ediyorum, kim olduğunu. Gözlerim doldu, ağlayacağım artık ne olursun lütfeen ! :(

Kız duygularında samimiydi. İçinde birikmiş olan sevgiye açlık onu şekilde konuşmaya itiyordu. Genç ise bu gecenin hayatında bir mihenk taşı etkisi bırakacağını anlamıştı. Daha önce hiç kimseden bu denli sevgi dolu sözler duymamıştı. Her şey yolunda giderken birden sırtına kaldıramayacağı ağırlıkta yük binmişti. Tökezliyor, ne diyeceğini bilemiyor, kelimeleri zar zor toparlayıp öyle yazıyordu. Kızın teselliye değil aşka ihtiyacı vardı.

Genç : bana karşı olan hislerine bir ad koyabilir misin ? aşk mıdır bu nedir ?

Kız : aşka yakın duygular ama aşk değil. Seni seviyorum. ♥

Genç :
aşkı biliyorsun yani ? unutma ki uzaktan da sevebilirsin beni, pek soyluca olur doğrusu. Sevginin en yalın hali …

Kız :
evet öyle ama kim olduğunu bilmek de hakkım değil mi ?

Genç : baksana hiç aşık oldun mu diye sormuştum önceleri. Üzerinde durmadan geçiştirmiştin. Madem bu gece eteklerimizdeki taşları döküyoruz, cevapsız kalmış sorumu da yanıtla bakalım.

Kız : hayır daha önce hiç aşık olmadım. Ama nasıl bir duygu olduğunu az çok tahmin edebiliyorum.

Genç :
yanılıyorsun tahmin bile edemezsin. Yaşamamışsın çünkü. Öyle ki şekilcilikten yanasın. Suretimi merak ediyorsun. Gerçekten seven bir insan hayaliyle de olsa yaşatır sevgisini.

Kız :
seni gerçekten çok seviyorum canım. Bu geceye has değil her gece has bir duygu sana olan sevgim.

Genç : ya kuzenin ? hani yaşça senden küçük olsa ilgi duyduğun, sevgi beslediğin, annesiyle yani yengenle cinseli hazlar yaşarken onu da yanında görmek istemedin mi ? ona karşı olan hislerinden sonra bana karşı hissettiklerin arasında bir tutarsızlık yok mu ?

Son yazdıklarında kızı köşeye sıkıştırma niyetinde olduğu belliydi. Ama içten içte derinlerde bir yerde gizlenen patlak vermiş bir kıskançlık krizinin etkileri de yok değildi. Yazarken bunu farketmiyordu. Rakibinin açığını yakalamış bir boksörün refleksiyle diziyordu sözcükleri heyecan ve öfkeyle.


Kız : ona karşı olan ilgiydi sadece. Nasıl olur da bir tutabilirsin onlarla sana karşı olan hislerimi. Senin yerini tutabilir mi onlar ? şimdi lütfen mutlu et beni söyle adını.



Kız : çok geç oldu ama yine de beklerim seni. Lütfen hayatım lütfen …

Genç :
bu gece yeteri kadar sağlıklı düşünme fırsatım olmadı. Her şey o kadar ani gelişti ki doğrusu ne dersem diyeyim yeni güne uyandığımda gözlerimi pişmanlıkla açabilirim. Yakın zamanda açıklarım bakarsın.

Kız :
tamam canım en yakın zamanda mutlu et beni. Umut verdin o bile yeter. Yatalım artık öpüyorum.

Genç : peki öyleyse ben de öpüyorum her yerinden. İyi geceler, tatlı rüyalar …






5 Aralık 2012 Çarşamba

Şeytanın Sev Dediği part 2



Günler geçtikçe kız ile gencin arasındaki diyalog da değişik yerlere kayıyordu. Genç işlediği sözde günahlarını ve içindekileri çoktan dökmüş, ama yine de gizli kalması gereken kişisel bilgilerini açığa vurmamıştı. Bu durum ilerde bazı sorunlara gebe kalacaktı. Kız yine de sesini çıkarmıyor ve sohbetin geldiği noktayı görerek anlatma sırasının kendine geldiğini biliyordu.


Ortak günahları kızın da ağzındaki baklayı çıkarmasına sebep olacaktı. Her şeyiyle gerçek olan kızın günahı da gerçekti ve sarsıcıydı. Kızın kendinden iki yaş küçük erkek kuzenine ilgisi vardı. Kuzenini banyoda mastürbasyon yaparken kazara gördüğü günden beri ilgi duyduğunu anlatıyordu. Genç için buraya kadar hiçbir şey sarsıcı değildi ama ilgi çekiciydi. Nedenini bugün bile anlamadığı bir kıskançlık krizi içten içte başlamıştı. Kendinden bir kez daha utandı. Kıza bağlandığını hissetti. Oysa yaradılışı kıskançlık krizlerine yabancı değildi ve bunu o da biliyordu.


Buraya kadar kızın anlattığı her şey olağandı. Sarsıcı olan gerçekler kız anlattıkça genç şaşkınlık içinde cinsel nirvanaya çıkıyordu. Bir sonbahar gecesi monitörden okuduğu hayata dair sarsıcı insanlık deneyimleri onu hayretler içerisinde bırakıyordu.

Kız yaşadığı deneyimleri hızlı hızlı yazıyordu : “banyo yaparken yalnız değilimdir. Çoğu zaman küçük kız kardeşimle yıkanırım. Onun yaşı küçük o yüzden sıkıntı yok. Bazen bizde bazen de yengemlerde iken banya yapıyorsam yanıma yengem de gelir, sırtımı keseler. Çoğu zaman vajinamla ilgilenir, parmaklar, tahrik eder ve eller.”

Tabii bunlar mesajların tasnif edilmiş hali. Özet olarak yengesinin kendisine olan ilgisinden bahsediyordu. Genç bir an için kızın fantezi olsun diye kendi gibi kızın da yalan yazdığını düşündü. Ama kızı iyi çözümlemişti ve yazılanlar samimi bir dille olduğu gibi hiç de gerçek dışı abartılar içermiyordu.


Kız hızlı hızlı yazmaya devam ediyordu : “bir gün yengem evini temizlemek için yardıma çağırdı. Ben de gittim. Birlikte salonu temizlerken birden ‘soyun’ dedi. Ne olduğunu anlamamışken perdeleri kapatmaya başladı. Cesaret vermek için kendi soyunmaya başladı. Şaşkınlıkla izliyordum, anadan doğma soyunmuştu. ‘şimdi sıra sende cinsellik hakkında bilmen gereken şeyler var’ dedi. Kararlıydı, çaresiz soyunmaya başladım. Banyoda yaptığı gibi her yerime ellemeye, okşamaya başladı. Sonra yere yattı ve vajinasına ellememi istedi. Şoke olmuştum talimatlarına uyuyordum. Vajinasını yalamamı, parmaklamamı söyledi. Hepsini yaptım. Bazen gözleri kayıyor, kafamı vajinasına bastırdığı oluyordu. Orgazm oluyordu, vajinasından sular akmaya başladı. Korkmamam gerektiğini bunun zevk suyu olduğunu söyledi. Titriyordu, bir an için korktum bile. Orgazmı geçince o da benim vajinamı yalamaya başladı. Kızlık zarıma zarar vermesinden korktuğumu söyledim. O da buna dikkat ettiğini kendisine güvenmemi söyledi. Nasıl oral seks yapılacağını mutfaktan getirdiği süs sabun meyvelerle gösterdi. Her dediğini yapıyor ve ses etmiyordum. Güveniyordum ona hala da güveniyorum.”

Doğrusu bu kadarını da beklemiyordu. Kıza bu anlattıklarını “gerçekten yaşadın mı ?” diye sordu. Kız açık ve net olarak yaşadığını yoksa niye durduk yere bunları yazmaya uğraşacağını söyledi. Sitemkar bir üslupla söylediği bu sözlere karşın genç, o malum yengeyi merak etmişe benziyordu. Kıza yengesi üzerine sorular sordu. Kadın 41 yaşında, bir erkek çocuğu olan - kızın ilgi duyduğu kuzeni – normalde yolda yürürken yanımızdan gelip geçer sıradanlıkta, teşhircilik için özel bir çaba sarfetmeyen tipik ev hanımıydı.

Gündelik hayatımızın ayrıntılarından birni oluşturan her insan gibi sıradan gördüğümüz basitçe biriydi o kadın gözümüzde. Es geçtiğimiz, bayağı gördüğümüz milyonlarca insandan biriydi sadece o kadın. Oysaki madalyonun arka yüzünde şehvete düşken, fantezilere ve sapkınlığa eğilimli, fırsat bulduğunda 16 yaşındaki öz akrabasıyla lezbiyen ilişki yaşayabilecek boyutlara gelmiş bir kadın portresi vardı önümüzde.

Genç şaşkındı ama eli ister istemez penisinde monitörün karşısında ömründe okumadığı kadar gerçek ve yaşanmış bir olayın baş kahramnıyla yazışıyordu. Kızın anlattıklarına göre şehvetli bir kadın olan yengesi tabuları yıkarken ki soğukkanlılığını oğluyla ilişkisine de yansıtıyor muydu ? evet gencin aklındaki soru buydu ve sordu kıza. Kız da bunu merak ediyordu. Acaba yengesi oğluna karşı nasıldı ? bir anneden öteye geçtiği zamanlar oluyor muydu ? öz yeğenine cinsellik öğretmek için soyunan bir kadın oğlunun cinsel yaşantısına ne kadar etki ediyordu ?



Kız için de cevapsız kalmıştı bu sorular. En yakın zamanda müsait bir ortamda yengesine bunları soracaktı. Samimiyetine güveniyordu. Bu arada gencin dikkatini bir şey çekmişti. Kız özellikle istiyordu yengesinin oğluyla ilişkisini. İlgi duyduğu kuzenini, annesinin yanında tabuları yıkmış bir çocuk olarak görmek istiyordu. Belki o da bu zevk aleminden payına düşeni alacaktı. İşte kızın içten içte arzu ettiği şey buydu.

Genç aklını kurcalayan sorular ve kızın soğuk duş etkisi yaratan itiraflarını düşünerek yatağına girdi. Doğrusu bunu hiç beklemiyordu. Bir rastlantı sonu tanıştığı kızla ilerlettiği sohbetin bu noktalara kadar varacağını tahmin bile edemezdi. Bir an için korktuğunu hissetti. Bu gece okuduğu sözler mi ürkütmüştü onu ? yoksa hayatın gerçekleriyle yüz yüze gelmenin sarsıcı etkisi miydi onu ürketen ? bilmiyordu ve uyumak istiyordu.

2 Aralık 2012 Pazar

Şeytanın Sev Dediği

Amanda Todd' a
ve onunla aynı kaderi paylaşan tüm aldanmışlara ...


Bir sapkınlığın peşine takılmakla başladı her şey. İnsanlar işledikleri günahları, ahlaksız davranışları, gizli kalmış bastırılmış duyguları sanal alemin sözde güvenilir sularında rahatlıkla paylaşıyorlardı. Ve bir genç bu günah dolu furyaya ilgi duymaya başladı. Günahkarları dinlemek, işledikleri günahın hazzına onlar gibi kapılmak cezbediciydi.



İşlemediği günahları işlemiş gibi anlatmaya başladı. Hissetmediği duyguları sözcüklere dökerek hissetmiş gibi yaptı. Olmayan bir şeyi var gibi göstermeye çalıştı. Ve inandı insanlar ona. Çünkü insanlar inanmak ister. Siz onlara inanmak istedikleri şeyleri dozunda alıştıra alıştıra verirseniz yalanlarınıza körü körüne inanırlar. Bundan da müthiş bir haz duyarlar.


Artık şeytandan farkı yoktu. İstediği günahı dilediği şeyi inandırıyordu. Bu durumdan her iki tarafta memnundu. Günahın karşı konulmaz hazzı insanı inanmaya zorluyordu.


Pompei sapkınları ete kemiğe bürünüp klavye başına geçmişlerdi sanki. Helak olmadan önce yaşadıkları sınırsız mutluluğu şimdi 21. yüzyılın sözde uygar insanları yaşıyordu.


Onu böyle bir dünyada tanımıştı işte. Her şey bir “Merhaba” ile başlamıştı. Karşılığı gelmişti elbet. O diğer kızlar gibi değildi. Farklıydı hem de çok farklı. Bunu günden güne daha iyi anlayacaktı. Bir “Merhaba” ona tüm kilitleri açacak kasasın ilk anahtarıydı. Herkes gibi sormuştu o da : “Sen kimsin ?” diye. Ama bunu öyle bir sormuştu ki ; karşı taraf bunun bir formalite icabı olduğunu anlamıştı. Genç kim olduğunu açıklamadı. Kız da üstelemedi. Çünkü onlara ortak bir zevki yaşatacak günahı çok iyi biliyorlardı.



Kız gizlenme ihtayacı duymamıştı. Bir nicki ya da takma adı yoktu. Adıyla, soyadıyla ve fotoğraflarıyla her şeyiyle açıktı. Daha 16 yaşında olan bu kız için kaybedecek bir şeyi yok diyebilirdiniz. Ama onun da korkuları vardı.


Babası polisti, sık sık kavga ederdi onunla. Ergenliğin içinde çağrıştırdığı anarşist duygulardan da olabilirdi. Ama en önemli neden ; sevgisizlikti. Kıza zor zamanlarında yardım etmeyen, sevgisini esirgeyen, mesleğinin gergin havasını evine taşıyan bir babayla devamlı çatışma halinde olmak olağandı. Kız ilk günler olmasa bile konuşmalarında daha sonra bütün bunları gence anlatacaktı.



İlk gün konuşmalarında her zaman olduğu gibi tanışma faslı vardı ama kısa sürdü. Kısa sürmese ve kız diretseydi sahte hesapla yazışan gence, diyalog hemen orada biterdi. Daha önce de dediğimiz gibi kız bunu istemiyordu. Tanımadığı bu genci arkadaş olarak kabul etmesinin nedeni ; karşı taraftan duymak istediği tahrik edici, haz dolu , günaha batmış sözlerdi.


Genç , kızın niyetini az çok biliyordu ve yine de sordu : “Neden beni kabul ettin ?” diye. Kızın cevabı yanıltmadı onu. Giz dolu günahkarların tekkesine şöyle bir bakıp çıkacaktı. Bunun için de genci seçmişti. Bir rastlantı mıydı genci seçmesi ? yoksa bir başka günahkarın kapısını da çalar mıydı ? bilinmez ama kısın dediğine göre gerçek yaşamdaki arkadaşları haricinde kızın sürekli konuştuğu tek erkek gencin kendisiydi. Kız kesin olarak bu konuda doğruları mı söyledi bilemeyiz. Bilinen bir şey varsa ; o da kızın sanal alemde bu tarz ortamlardan haberdar olduğu ve takip ettiğiydi.


Genç, karşısında şehvet arzusuyla yanıp tututşan kıza daha önce yaptığı gibi yalan dolu sözde günahlarını işlemiş gibi anlatmaya başladı. Mübalağa yapmadan anlattığı yılanı deliğinden çıkaran inandırıcı edebiyatıyla sözde işlemiş gibi gösterdiği günahları kıza inandırdı. İnandığını nerden anladığına gelince, kız ilerleyen zamanlarda bunu kendisi itiraf edecekti.


İlk gün nabızlar yoklanmış, taraflar arasında bir uyum yakalanmıştı. Gencin gözünde kızın değeri konuştuğu günahkarlardan farksızdı. Kızı o günahkarlardan ayıran en önemli özellik ise ; sanal alemdeki hesabının sahte olmamasıydı. Gencin üzerinde ilk günler, her şey ile gerçek bir kızla yazışmanın heyecanı yok değildi. Onu heyecanlandıran ; kendini ifşa etmiş bir insanın uçuk zevklere olan karşı konulmaz merakıydı.


Genç her gece bekledi kızı. Gece yarısı sohbetleri şaşmadan rutine bağlamıştı, kız da her gece geliyordu sohbete. Gün boyunca takılan maskeler çıkarılıyor, blinmeyen yönler, açığa vurulmamış gizler, bentlerini aşan duygularla gün yüzüne çıkıyordu. Sabaha kadar süren sohbetlerin sonunda inanılmaz bir rahatlama ve iç huzurla yalnız kapler teselli buluyor, yataklara yine yalnız giriliyordu.


Bu arada gencin rahatsız olduğu bir konu vardı ; kızı bekleyen hep kendisi olduğuna inanıyor ve bu durumdan rahatsız olmuşa benziyordu. Aslında kıza bakış açısı cinsel tatmin meselesiydi. Ama sohbetler yalnızca cinsel tatmin üzerine kurulmadığı için çeşitli günlük konulardan da konuşuluyordu. Bu da bir arkadaşlık ilişkisi doğuruyor, sırdaşlığa kadar gidiyordu. İşte bu durum gencin gözünde kızı diğerlerinden ayırıyordu. Kızı bekleyen taraf olduğunu düşünmesi, istemsizce gelişen bir arkadaşlık ilişkisinden kaynaklanıyordu. Sonraları kızın da gence karşı boş olmadığını ilerleyen konuşmalarında ortaya çıkacaktı.














25 Ekim 2012 Perşembe

Turuzan



     Gözlerinden yaş geldi mi ?  hani adın kadar absürd olan hayata veda ettiğin gün …

 Eriklere dalmışsınız o gün, dayağını en çok yiyen ama en kafa dengi arkadaşın eren’ le, cepleriniz dolu dolu karşıdan karşıya geçerken, son sürat gelen bir arabaya çarptığın an savrulmuşsun bir kenara.

 Sen arabaya çarpmışsın. Yaşasaydın fıkra gibi dinler, gülerdik haline. Belki abartır “ olm haşat olmuş  araba“ derdin.

 ‘ bitkisel hayat ‘ kelimesini ilk senin sayende  daha 7 yaşındayken öğrenmiştim.

Sen daha  okuma – yazmayı öğrenemezken, bizim öğrendiğimiz ilk şey bu oldu.

Sonra fişini çektiler. Bu sefer de ‘ morg ‘ denen yeri öğrenmiş olduk.

 İnanmayacaksın ama,  sınıftakiler, morg denen yere girip seni son kez görebilmek için birbirleriyle yarıştılar. Hani yanına bile yaklaşmayan, adını duyduklarında  yüzlerini buruşturan kızlar bile senin için kuyruk oluşturdular.

 Öldüğün gün çok sevildin be oğlum. Cenaze gününde riyakarlık resitali sunuldu. Maskeli balo gibiydi. Kimse yüzündeki maskeyi indirmek istemedi. 

 Yaşarken seni zerre düşünmeyen annen var ya, o gün ağlamaktan gözleri şişti. Ablan ayılıp bayıldı. Baban ise her zaman ki gibiydi. Sessiz ve derinden çekiyordu acısını. Ya da bana öyle geliyordu. Belki de ortamdan sıkılmıştı, gidip bir an önce şarabını yudumlamak da istiyor olabilirdi.

Dediğim gibi maskeli balo gibiydi cenaze törenin. Gözlük takmaya gerek yoktu.

 Fişinin çekildiği gün sınıfta oturduğun sırayı boş bıraktık. Herkes çiçek topladı, sırana koydu. Ben de koydum. Sırana da oturdum. Kimse oturmak istemezdi yanına. O gün neden bilmem herkes kutsallaştırdı orayı. 

“ … doktor doktor kalkasana,
Lambaları yaksana,
Atam elden gidiyor, çaresine baksana …“

 Bu şiiri hatırlıyor musun ? 10 kasım’ da okumuştun. Üzerine düşülmediği için okuma – yazmayı bir türlü öğrenememiştin. Ama kafan zehir gibiydi, bunda herkes hemfikirdi.  Ben, Onur ve sen meydandaki parka gider, siyaset meydanı adı altında ottan boktan konuşurduk. Daha 7 yaşında çocuklardık. Ayıp fıkralar anlatırdın. Ölürdük gülmekten. Ama o masumiyeti kaybetmezdin. Alkolik anne ve babanın yanında büyüyen bir arkadaşımızdın sen. Gülerdin ama içten içe ağlardın.

 O bataklıkta gördüklerini, duyduklarını bize anlatmazdın. Masumdun, bir bebek kadar masum. Öyle olmasa yanımda olurdun. Bir meleksin şu an. Saf, günahsız bir melek. İzliyorsun beni ve ardından timsah gözyaşları döken tüm iki yüzlüleri. 

İyi ki bu tiyatronun içinde yoksun.

Sen gittikten 3 – 4 yıl sonra baban kalp krizinden öldü. Zaten  babamın kalbinde pil var diyordun. Sefalet ve tembellik sonunu getirdi.

 Ablan, liseyi bitirir bitirmez evlendi.  Sonra ne oldu bilmiyorum.

 Annenden bahsetmeme gerek var mı ? Boşuna demiyorum ; iyi ki bu tiyatronun içinde yoksun diye. Babanın ve ablanın gidişinden sonra iyice kötülüğe battı. İki adamı peşinden sürükledi. Birinin katil diğerinin ise ölümüne sebep oldu.

Kefaretini ödedi her biri.
 Ve ben de ödüyorum kefaretimi.  Herkesin ödediği gibi.
 Bizler masum değildik. Çünkü sen, günah dolu evinden çıkıp bizleri güldürürdün. Tıpkı izleme fırsatı bulamadığın “ hayat güzeldir “ filmindeki oğlunu mutlu etmeye çalışan baba gibi. Bizler oğlunduk ve sen de bizim henüz 7 yaşındaki babamız. Tüm çaresizliğine rağmen güldürürdün biz günahkarları.
İnanmıyorum o gün gözlerinden yaşlar geldiğine, yok yok sen gülmüşsündür savrulup giderken bile.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Yaz Gecesi, Rakı Sofrası ve Ahmet Kaya


Bazı insanlar vardır.Öldükten sonra değerleri anlaşılır.Ahmet kaya’da onlardan biri. Vatanından uzak yitip gitmiştir.Tek sitemi bunadır.Gerisine gülüp geçer.Tıpkı üzerine çatal fırlatanlara gülüp geçtiği gibi …

Saçlarına yıldız düşen anasıyla ağlatır.Fosso Necdatı’yla güldürür.Saza niye gelmedin diye sitem ederdi. Yorgun demokrattı o.’adı yılmaz kendi yılmaz’ der,selam çakardı son darbeyi kendisi gibi Paris’ten yiyen Yılmaz Güney’e …

Acaba kaç çocuk vardır çocukluğu bu şarkılarla geçsin. Durduk yere hüzünlensin.Babasının içtiği rakı kadehine bakıp gözleri dolsun.

Ahmet abimdi o benim.Kolay kolay abi demezdim birine.Ona derdim.Görmesem de,tanımasam da abi derdim.

Babamın işten yorgun geldiği geceler kafasını dağıtmaya hakkı vardı.Sıcak temmuz geceleri,güneş portakal gibi ufukta batarken,babam balkondaki barbeküye çıraları dizerdi.Hava kararmadan ateşi yakar,etleri yavaş yavaş koyardı.Kimseye kokusu gitmezdi.Duman, barbekünün bacasından havaya karışırdı.

Her gece yapmazdı bu güzelliği.Eve kanat,but,bonfile getirdiği zaman anlardık,bu gece ziyafet var.Bağırırdı ordan “saç kurutma makinesini getirin” diye.Götürür balkondaki prize takardık.Etler bir  an önce pişsin,alevler kızışsın diye üstüne tutardı barbekünün.Annemde kimse demeden  salondaki müzik setini açar,sesini sona getirirdi.Ahmet abimizde bize eşlik etsin diye.

90’lı yıllar olduğu için Ahmet Kaya popülerdi o zamanlar.Radyolarda (hele ki akşama doğru) Ahmet Kaya çalardı.Kendisine nankörlük etmediğimiz günlerdi.

Güneş yerini aya bırakmıştı.Kızıllığını güneş’ten alan ay, arz-ı endam ettiğinde babam çoktan çakır keyf olurdu.Balkonda kurulan sofrada, denize düşen ayın ışıkları eşliğinde arka fonda Ahmet abi’nin ‘Yakamoz’u’ babam gençliğine dair hikayeler anlatırdı.Annem, babam evde içince karışmazdı.Evde içmesi, dışarda içmesine nispeten daha iyiydi.Gözümüzün önünde babamı dinlerdik.Kimi zaman bende atılırdım söze.Çocukça sorularımın karşılığını beklerdim.Babam bazen dalıp giderdi uzaklara.Bir sessizlik çökerdi.Ağustos böceklerinin sesleri,Ahmet abinin sesine karışırdı.Biz susardık ve onların muhteşem düetinde kaybolurduk.

14 Haziran 2012 Perşembe

Charles Darwin' in Faşist Olduğu Gerçeği

                       
             


          Bu yazımda İngiliz biyolog Charles Darwin' in Türkler hakkındaki görüşlerini paylaşacağım. Kendisinin insanlık üzerine düşüncelerini aktarıcam. . Biliyorum ki ; doğrudan evrim teorisine karşı çıksam farklı şekilde algılanacağım. Karşı çıkmasam farklı şekilde algılanacağım. O yüzden objektif bir bakış açısıyla olaya yaklaşacağım. Yazdığı mektuplar ve düşünceleri sizi zaten bir sonuca ulaştıracaktır.


Yıllardır süregelen Avrupalı' nın gözünden Türk algısı, tamamiyle sakat bir düşüncenin ürünüdür. Bu sağlıksız bakış açısı art niyet doludur ve Türk düşmanlığı içerir. Sırf bu yüzden Türkler araplaştırılmış. Türkiye' yi bilmeyen oryantalistler " sizin memleketinizde deve varmış, doğru mu ? " sorusunu yönelten cahil Avrupalı' ların türemesinde etkili olmuşlardır.


Art niyet kokan bu Türk algısına Çanakkale Savaşları' nda da rastlamak mümkün. İşgalci komutanların askerlerine : " Türklerin eline düşmeyin. ölene kadar savaşın ve ölün ! Türklerin eline düşerseniz sizi yerler. Çünkü onlar açlar, vahşi yamyamlar ! " dedikleri biliniyor


Bir komutanın  düşmanını bu şekilde tasvir etmesi hoş olmasa bile şaşırtıcı değildir. Sonuçta bir savaşa giriyorsunuz ve düşmanınızı kötülemeniz normaldir. Ama bir bilim insanının faşizan fikirlere sahip olması son derece şaşırtıcı ve vahimdir.

Hele ki bilim tarihini sarsan bir teorinin sahibi iseniz bu faşizan fikirleriniz çalışmalarınıza da yansıyabilir. 


Darwin' e göre doğal ayıklama  sonucu doğada güçlü güçsüzü yok eder. Kendisi bu faşizan düşüncelerini  teorisine de yansıtmıştır. Ona göre bu mücadele ve çatışma ırklar arasında da var. Yüksek ırklar, aşağı ırkları yok ederek insanlık medeniyeti gelişecektir.


Ona göre yüksek ırk batılılar, türk milleti ve diğer ırklar aşağı ırk oluyor.


Kendisi şöyle der :


 " Doğal ayıklanmaya, elemeye dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla fayda sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispat edebilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde Avrupa milletleri ne kadar büyük bir risk altında kalmıştı, ama artık  bugün Avrupa' nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. 


Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, hayat mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar yok edileceğini görüyorum "

Kaynak : Francis Darwin, the life and letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York : D. Applecton and Company, s285 - 286




İşte ünlü biyolog Charles Darwin' in gerçek yüzü. Türkleri ve diğer milletleri,  Avrupa' lı sözde medeni milletlerin karşısında yok olup gitmesi gerektiğini düşünüyor. İnsanlık medeniyetinin bu şekilde ilerleyeceğini söylüyor. Bir bilim insanının bu şekilde düşünmesi ve ortaya attığı teorinin temellerini bu faşizan fikirlerinin üzerine kurması bilimsel bir facia değildir de nedir ?


Darwin bu kadarla da kalmıyor. İşte bir kitabında bizlerin de dahil olduğu milletleri nasıl da maymunlara benzetiyor :


 " Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları yeryüzünden tamamen silecek ve onların yerine geçecek. aynı zamanda insansı maymunlar da kuşkusuz elimine edilecekler. böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. "
Kaynak : Charles Darwin, Desent Of Man ( İnsanın Türeyişi ), Chapter 6, 1871




Darwin' in bu görüşleri Avrupa' da yıllarca okundu. Yetişen politikacılar bu sağlıksız düşüncelerle Türkiye politikası uyguladılar


Çanakkale Savaşları' nda savaş bakanı Winston Churchill' ın İngiliz Kraliyet Hava kuvvetlerine hitaben yazdığı mektubunda  " medeni olamayan barbar kabilelere karşı zehirli gaz kullanabiliriz " telkininde bulunmuştu.


Yazımın başında da dediğim gibi doğrudan evrim teorisine karşı değilim. Tartışılmasından ve sorgulanmasından yanayım. Burada sadece teorinin temelleri hangi çarpık düşünceler üzerine kurulmuş, onu anlattım. Darwin' in apaçık Türk düşmanı, faşist bir bilim insanı olduğunu görmüş olduk. 


Teorisini doğrudan kestirip atmak yanlış olur. Akıl ve mantık doğrultusunda burada da yaptığımız gibi sorgulamamız gerekiyor. Bizleri alenen yok edilmesi gereken bir millet olarak görmesi, Darwin' i ne ölçüde ciddiye almamız gerektiği sorusunu, akıllarda soru işareti olarak bırakıyor.

































2 Haziran 2012 Cumartesi

Berbere Gidince Yaşanan Gergin Dakikalar

           

                       Uzun zaman sonra gitmişseniz mutlaka bir stres yaşarsınız.


Bi kere sıra beklerken o gün çıkmış bütün gazeteleri bitirirsiniz. Hiç ilgilenmediğiniz ekonomi sayfalarını bile okur, zamanın geçmesi için dua edersiniz.

Berber genelde tanıdıktır. Devamlı geldiğiniz bir ortam olmadığı için,  iyi gün dostu psikolojisi altında ezilirsiniz. Sizi traş edecek kişi kalfa ya da ona benzer biriyse stresli dakikalar yaşarsınız.

Yarım Türkçe`yle de olsa gayet ciddiyetle sorulan " nasıl olsun " tarzı soruyu duyar duymaz derdinizi anlatır ve bir daha para verinceye kadar konuşmamak üzere derin bir sükunete erersiniz.

Berber tanıdık değil kalfaysa yarrağa yemişsiniz demektir. Çünkü eleman isterse meslek hayatının en iyi traşını yapsın, yine de gözünüze giremez. Mutlaka ama mutlaka bir kusurunu yakalar, eve gelip aynaya bakınca ana avrad söversiniz.

Traş olurken aynı anda ülkenin hal ve gidişatını, futbol yorumlarını ve transfer söylentilerini de dinlemiş olursunuz. Piç bir müşteri orada bulunuyorsa karı kız muhabbeti açıldığı da görülür. Sizi farkederlerse susmalarından korkarsınız, üniversite okuduğunuzu anlamamaları için götünüzü yırtarsınız. Anlarlarsa ardı ardına gelecek olan " üniversitede kızlar teklif ediyormuş, doğru mu ? " gibi benzeri sorulara cevap vermek zorunda kalırsınız.

Televizyon devamlı açıktır. Haber saatine denk gelirseniz ortam gerginleşebilir. Yapılan yorumların ardından küfürler edilir, " haklı değil miyim ? ",  " doğru değil mi kardeş ? " sorularına hemen doğrular nitelikte " evet " der kurtulursunuz.

İşe alınan küçük bir velet her zaman vardır ve ezilir. Cicim ayları çoktan geçmiş artık o da azarlanmaya başlamıştır. Yaptığı hatalar göze çarparsa sesler yükselir, gözler üzerinde olur, çocuk bu heyecana dayanamaz ve mutlaka bir yanlışlık yapar. O esnada sizde gerim gerim gerilirsiniz.

Sağa, sola, geriye, öne doğru gide gele orospu olan kafanız berberin elinde kırk yıllık kevaşelere döner, artık istemsizce kafanıza siz yön verir, berberle bu konuda uyumlu bir şekilde çalışırsınız. Bu süreç zorludur, her babayiğit atlatamaz.

Siz traş olurken, traşı biten müşteriler olur. Onlara " sıhhatler olsun " demek en asli görevinizdir. Demeyen görülmemiştir. Demeyeni ne yaparlar bilmiyorum. Düşünmekte istemiyorum. Düşünmek için bok gibi zaman olduğu için " ulan bu sıhhatler olsun değil miydi ? " diye tespitlerde bulunursunuz.

Traşın bittiğinin habericisi, yüzünüzde hoyratça gezinen fırçanın sert darbeleridir. Berber bu konuda çok serttir ve hiç acımaz. Ama bir yandan da yüzünüzü rahatlatıp, kıllarınızı temizlediği için kendisine  minnettar kalırsınız.

İş bitmiştir ve deri koltuktan kalkma vakti gelmiştir. " Başka bir isteğiniz var mı ? " sorusuna " yok " dedikten sonra " sıhhatler olsun " diyenlere "eyvallah, sağolun " deyip bir an önce mekandan çıkmak için uğraşırsınız. Ortalığa çeki düzen veren berberi parayı vermek için beklenen sürede iki 20 ' lik bir 10' luk rahatlıkla bozulabilir. En sonunda sizi farkeder, parayı verir, " kolay gelsin " der çeker gidersiniz.