25 Ekim 2012 Perşembe

Turuzan



     Gözlerinden yaş geldi mi ?  hani adın kadar absürd olan hayata veda ettiğin gün …

 Eriklere dalmışsınız o gün, dayağını en çok yiyen ama en kafa dengi arkadaşın eren’ le, cepleriniz dolu dolu karşıdan karşıya geçerken, son sürat gelen bir arabaya çarptığın an savrulmuşsun bir kenara.

 Sen arabaya çarpmışsın. Yaşasaydın fıkra gibi dinler, gülerdik haline. Belki abartır “ olm haşat olmuş  araba“ derdin.

 ‘ bitkisel hayat ‘ kelimesini ilk senin sayende  daha 7 yaşındayken öğrenmiştim.

Sen daha  okuma – yazmayı öğrenemezken, bizim öğrendiğimiz ilk şey bu oldu.

Sonra fişini çektiler. Bu sefer de ‘ morg ‘ denen yeri öğrenmiş olduk.

 İnanmayacaksın ama,  sınıftakiler, morg denen yere girip seni son kez görebilmek için birbirleriyle yarıştılar. Hani yanına bile yaklaşmayan, adını duyduklarında  yüzlerini buruşturan kızlar bile senin için kuyruk oluşturdular.

 Öldüğün gün çok sevildin be oğlum. Cenaze gününde riyakarlık resitali sunuldu. Maskeli balo gibiydi. Kimse yüzündeki maskeyi indirmek istemedi. 

 Yaşarken seni zerre düşünmeyen annen var ya, o gün ağlamaktan gözleri şişti. Ablan ayılıp bayıldı. Baban ise her zaman ki gibiydi. Sessiz ve derinden çekiyordu acısını. Ya da bana öyle geliyordu. Belki de ortamdan sıkılmıştı, gidip bir an önce şarabını yudumlamak da istiyor olabilirdi.

Dediğim gibi maskeli balo gibiydi cenaze törenin. Gözlük takmaya gerek yoktu.

 Fişinin çekildiği gün sınıfta oturduğun sırayı boş bıraktık. Herkes çiçek topladı, sırana koydu. Ben de koydum. Sırana da oturdum. Kimse oturmak istemezdi yanına. O gün neden bilmem herkes kutsallaştırdı orayı. 

“ … doktor doktor kalkasana,
Lambaları yaksana,
Atam elden gidiyor, çaresine baksana …“

 Bu şiiri hatırlıyor musun ? 10 kasım’ da okumuştun. Üzerine düşülmediği için okuma – yazmayı bir türlü öğrenememiştin. Ama kafan zehir gibiydi, bunda herkes hemfikirdi.  Ben, Onur ve sen meydandaki parka gider, siyaset meydanı adı altında ottan boktan konuşurduk. Daha 7 yaşında çocuklardık. Ayıp fıkralar anlatırdın. Ölürdük gülmekten. Ama o masumiyeti kaybetmezdin. Alkolik anne ve babanın yanında büyüyen bir arkadaşımızdın sen. Gülerdin ama içten içe ağlardın.

 O bataklıkta gördüklerini, duyduklarını bize anlatmazdın. Masumdun, bir bebek kadar masum. Öyle olmasa yanımda olurdun. Bir meleksin şu an. Saf, günahsız bir melek. İzliyorsun beni ve ardından timsah gözyaşları döken tüm iki yüzlüleri. 

İyi ki bu tiyatronun içinde yoksun.

Sen gittikten 3 – 4 yıl sonra baban kalp krizinden öldü. Zaten  babamın kalbinde pil var diyordun. Sefalet ve tembellik sonunu getirdi.

 Ablan, liseyi bitirir bitirmez evlendi.  Sonra ne oldu bilmiyorum.

 Annenden bahsetmeme gerek var mı ? Boşuna demiyorum ; iyi ki bu tiyatronun içinde yoksun diye. Babanın ve ablanın gidişinden sonra iyice kötülüğe battı. İki adamı peşinden sürükledi. Birinin katil diğerinin ise ölümüne sebep oldu.

Kefaretini ödedi her biri.
 Ve ben de ödüyorum kefaretimi.  Herkesin ödediği gibi.
 Bizler masum değildik. Çünkü sen, günah dolu evinden çıkıp bizleri güldürürdün. Tıpkı izleme fırsatı bulamadığın “ hayat güzeldir “ filmindeki oğlunu mutlu etmeye çalışan baba gibi. Bizler oğlunduk ve sen de bizim henüz 7 yaşındaki babamız. Tüm çaresizliğine rağmen güldürürdün biz günahkarları.
İnanmıyorum o gün gözlerinden yaşlar geldiğine, yok yok sen gülmüşsündür savrulup giderken bile.