11 Aralık 2012 Salı

Şeytanın Sev Dediği part 4

Güzel Bir Gün


Gözlerini açtığında saat öğleden sonrayı çoktan geçmişti. Yatakta geçirdiği her saniye zamanı aleyhinde işletiyormuş gibi bir korkuya kapıldı. Yerinden doğruldu, çevik bir hareketle attı üstünden yatak örtüsünü.


Sabah işe gitme telaşındaki bir insan benziyordu hareketleri. Zaman bir an için en değerli hazine olmuştu onun için. Aklından geçenler her zamanki senkronda çekirdek etrafında dönen elektronların hızıyla birbirine teğet geçiyor kimi zaman çarpıyordu.

Alışıktı beynin bu deli eden aktivasyonuna. Çoğu zaman kesip atası gelirdi başını gövdesinden. Dün gece yaşadıkları ve yakın zamanda bitecek olan mutluluğunu düşünüyordu. Çarpık yerleşen gece kondu mahalleleri gibi iç içe geçmiş düşünceler rahat bırakmıyordu onu. 1 - 2 saat sonra bu deli nöbetler bitecekti. Ve aklından geçenleri bir kedinin fareyi tuttuğu gibi tutacak, zamana koy vererek istediği gibi irdeleyip sorgulamaya vakti olacaktı.

Neyseki zaman hızlı akıp geçiyordu. Biraz önce beyin loblarına hoyratça çarpan düşünce dalgaları hızını kesmiş ve durulmuştu. Her sabah tekrarlanan bu rutin hadise sinir kat sayısını arttırıyor, asimetrik gördüğü her hareketi, davranışı ve sözü sahibiyle birlikte haşlıyordu. Şükürler olsun ki evde kimse yoktu. En kötüsü de bu olurdu zaten. Öbür türlü duvarlar çok acıtırdı ellerini.


Ayrıca uyandığından beri kalbinde değişik, uzun zamandır hissetmediği duygular canlanıvermişti. Garipsediği ve yabancı geldiği bu duygular ona dün geceden mirastı. Tıpkı sevdiği erkekten olan bir canı karnında taşıyan anne adayı kadınlar gibi yüreğinde ona mutluluk veren bir şeyler kımıldıyordu.

Sevilmek, sevildiğini bilmek ne kadar da güzel. Her gün onlarca kez çağrılan ismini öğrenmek için can atan birinin olduğunu bilmek ne büyük mutluluk ! aşk olmasa da aşka yakın duygulara layık olmak ne büyük onur ! işte uzun zamandır tatmadığı ve yabancı kaldığı duygular bunlardı.

Uzak kaldığı duyguların yanında bir de çok iyi bildiği, alışık olduğu, ona refakatlık eden kahrolası duygular da vardı. Yalnızlık gibi, çaresizlik gibi, ayrılık gibi …

Ayrılık vardı sonunda haz dolu gecelerden, günahlardan ve sevildiğini bildiği kişiden.


Ona bu gece söylecekti yarın gideceğini, uzun bir süre olmasa bile uzak kalacağını … o da zevkin sularına batırıp çıkaracaktı onu ve öyle uğurlayacaktı sevdiği meçhul kişiyi.

Bir an için ‘budala mutluluğu’ yaşadığını zanneti. Varsın ‘budala mutluluğu’ olsun ne olacaktı sanki ? mutlu olmayı istemek budalalık mıydı ? hem nerden çıkmıştı bu şimdi. Bir rüyanın içinde olduğu kanaatine nerden varmıştı ? bir rüyada olsa bile uyandırılmak istemiyordu. Sırtına yüzlerce kez balyoz da indirseler kayıtsız kalacaktı ikazlara ve telkinlere.


Sevildiğini bilmek mutluluğu tetiklediği gibi “bu hayatta sen de varsın” mesajını da veriyordu. “Var olduğunu” duyurmak için illa kalem ve kağıda sarılmak gerekmezdi. Sevgiliden güzel sözler duymak, karşılıklı bakışmak, öpüşmek, sevişmek hepsi ama hepsi varlığını tescilliyordu.



Sokağa çıkmalıydı. El ele tutuşan çiftlere, parklarda, korularda öpüşüp koklaşan sevgililere bakmalıydı. Eskisi gibi nefretle mi bakacaktı onlara ? “hayat budalaya güzel” deyip yanlarından mı geçecekti ? hayır ! güler yüzle bakacaktı onlara, salt mutluluğa ancak bu şekilde ulaşılabilirdi. Başkalarının mutluluğunu kıskanmayarak insanların sevinçlerine ortak olarak herkes gibi olmayı kabul ederek ulaşabilirdi salt mutluluğa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder