25 Mayıs 2012 Cuma

Kemalizm, Ahmet Taner Kışlalı Ve Yılmaz Özdil Üzerine


Kemalizm nedir ? Bir ideolojiden öte kemalizm nedir ? Sürekli mi durağan mı ? Son zamanlarda bu sorularıma cevaplar aradım. Her geçen gün hortlayan Atatürk düşmanları bu merakımı daha da kamçıladı. Neydi bu insanların kemalist ideolojiyle alıp veremedikleri. Neydi bu kemalistlerin feryat figan bağırışları.

İşe öncelikle köşe yazarlarıyla başladım. Ee ne de olsa memlekette önüne gelen köşe yazarı oluyor. Bir kahvehanedeki Ahmet amca eksik. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Hükümet yanlısı ve anti militarist yazarlardan, her şeye muhalefet, kemalist yazarlara kadar her kesimden insanı okudum. Her birini anlamaya çalıştım. Olabildiğince tarafsız oldum. Kafama yatmayanları kestirip attım. Kendi iramdem ile bir sonuca ulaştım; bu ülkede siyah tam siyah, beyaz tam beyaz. Ortası yok.

Önüne gelen bir türkü tutturmuş. Onu çığırıyor. Empati denen şeyden eser yok. Ee güzel kardeşim yeni mi öğrendin bunu diyeceksiniz. Valla yeni öğrenmedim ama bu kadarını da beklemiyordum. Bu serzenişlerim Ahmet Taner Kışlalı’yı keşfedinceye kadar devam etti. O zamana kadar bir boşlukta gibiydim. Ayağımı nereye basmak istesem batıp gidiyordu. Kimi zaman bir akıntıya kapılıp gidiyordum. Her şey güzel iken bir tutarsızlık seziyor, başka bir akıntıya sürükleniyordum.

Asıl konudan uzaklaşmadan toparlayayım. Ahmet Taner Kışlalı 1999 yılında evinin önünde suikaste kurban giden bir akademisyen, aydın, kemalist. Kendisini keşfetmekte geç kaldığım için kendime kızsam da, hiç okumamazlıktan iyidir. Arayışım bir kemalistle sonlandı diyebilirim. Eninde sonunda taraf olacaktım. Bu ülkede taraf olmak, tarafsız olup gerçeklere kayıtsız kalmaktan daha iyidir. Ben tarafsızım diyen insanda ister istemez taraf oluyor aslında.

Ahmet Taner Kışlalı’yı diğer kemalistlerden ayıran şey; gerçekçi ve sorgulayıcı olması.”Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliliği” isimli kitabında da bunun izlerini görebiliriz.
Kalıplara bağlı kalmayan, her şeye körü körüne inanmayan eleştirel yapısından kitabın girişinde bahsetmiş:

Aziz Nesin yıllar önceki bir konuşmamız sırasında şöyle demişti:
“ -Geçmişte Atatürk’ü eleştirmiş olmaktan dolayı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğine, tersine daha da büyüyor.”
Benzer aşamadan geçmiş bir kişi olarak, bu değerlendirmeyi gönülden paylaşmam zor değildi. Zaman bizleri değil, Mustafa Kemal’i haklı çıkarmıştı.
(Alıntıdır)


 
Bu yüzden “Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliliği” isimli belge nitelikli eseri okumanızı tavsiye ederim. Ebediyete ulaşmadan önce Vakit gazetesi tarafından fişlenip, resmi üzerine çarpı işareti atılmış, bir nevi infazı için dış güçler harekete geçmişti. Artık rahatlıkla büyük bir özgüvenle ‘kemalistim’ diyebiliyorsam,  bu Ahmet Taner Kışlalı’nın vesilesiyle olmuştur. Zaten Atatürk sevgisiyle büyüyen kalbim, mantığımı da bu yola itmişti. O ve onun gibiler unutulmayacak.

Gelelim Yılmaz Özdil’e;

Başlıktan da anlayacağınız üzere konularımdan biri de Yılmaz Özdil’di. Sorularıma cevap bulmak için girdiğim arayışta yazılarını okudum. Türk basınının amiral gemisi denilen Hürriyet’te 3.sayfada yazdığı için kendisine kayıtsız kalamazdım. İlk başta her şey güzel gidiyordu. Kaynağı popüler kültür olan, kara mizah yaparak yazdığı yazılar hoşuma gidiyordu. Öyle ki sosyal medya aracılığıyla, yazıları milyonlara ulaşıyor. Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarlarından biri.

Buraya kadar her şey güzel. Taa ki bir yazısını beğenmeyip, kendisine attığım bir e-maili cevaplandırana kadar… 

“Holivut’un fethi” isimli yazısını beğenmemiştim (birazdan paylaşıcam).Kendisini eleştirdiğim bir e-mail gönderdim. Her yazısını beğenip “çok güzel olmuş” diye mesaj atıp,”teşekkür ederim” yanıtı alınca da havalara uçan insanlar gibi olmak istemedim. Sevdiğim bir yazara yapacağım en büyük iyilik düzeyli eleştiri olur diye düşündüm. Çünkü içi boş teşekkürlerin kimseye yararı yok.

Sağolsun geri dönüp attığı egosu yüksek mesaj karşısında madalyonun diğer yüzünü de görmüş oldum. Madalyonun diğer yüzünde, kemalizmi Atatürk düşmaları elinde oyuncak eden kemalistlerin varlığına şahit oldum. Kemalizmi dinsizlikle bir gören yobaz kafaların, bunu hangi gerekçelere göre savunduklarına bir bir şahit oldum. Cumhuriyetten önceki tarihini yok sayan, Osmanlı ‘ya ait ne varsa hatırlatılmasından rahatsız olan sözde kemalistlerle aynı havayı soluduğumu fark ettim.


İşte o yazısı ;

Holivut' un fethi


Yaptığım Eleştiri Ve Yılmaz Özdil ' in Bana Verdiği Karşılık :

Yılmaz Özdil yozdil@hurriyet.com.tr
24 Şubat

Kime: bana
Gerek yok diyorsan, Ahmet Altan'ı oku Küba.

______________________________
__
Kimden: küba gibiyim [kubagibiyim38@gmail.com]
Tarih: 23 Şubat 2012 Perşembe 13:10
Kime: Yılmaz Özdil
Konu: Eleştiri

bu bir eleştiri yazısıdır.zaten övmek istesem isminizin baş harflerinden akrostiş şiir yazar gönderirdim.

her neyse sizin sıkı bir takipçinizim.iyi bir okurunuzum.genç bir okurunuzum.kemalist,atatürk ilke ve inkilaplarına sahip çıkmaya çalışan,trakyalı,atatürk'ün hemşehrisi olan bir gencim.sizde her yazınızdan sonra ''helal olsun'' dedirten bir yazarsınız.

ama gel gelelim 21 şubat 2012 tarihli yazınız beni üzdü.berbarttı.ahmet altan'la karşılaştırdım.o bile daha iyiydi.

''holivut'un fethi'' başlıklı yazınız.hani ''fetih 1453'' filmine geçirdiğiniz yazınız.ne<http://z.ne> gereği vardı çok merak ettim.türkiye'de kırk yılda bir tarih filmi yapılır.çoğu bok gibi olur.emek verilmez.para harcanmaz.

adamlarda bu eksiği görmüşler.yahu azıcık ciddiye alalım şu işi demişler.para dökmüşler.zor bir konu seçmişler.öyle ki istanbul'un fethini anlatmışlar.bir film için detaylarla dolu bir konu.çağ açıp,çağ kapatan bir olay.

ama siz daha filme gitmeden kafada bitirmişsiniz filmi.bileti alırken yarın ki yazım bunu eleştirmek olsun niyetiyle girmişsiniz.

soruyorum ne gereği vardı.

bu filme gidecek olan izleyiciyi önyargılar içine sokmanın ne gereği vardı.

''muhteşem yüzyıl''  tarzı saçmalıklardan uzak,iyi niyetle tarihi film yapmaya çalışmışlar.cumhuriyet tarihinin en görkemli tarih filmini yapmışlar.tarihi sevdirmek için iyi bir neden.

acaba içinde milliyetçilik ve dini temalar oldukça çok olduğu için mi bu yanılgıya düştünüz.

bir kemaliste yakışmayan hareketller.

insanlarda sonra kemalistleri din düşmanı,cumhuriyet öncesini yok sayan,bu tarz filmlelere çamur atan kişilikler sanıyor.

örnek vermişsiniz.cennetin krallığı filminde selahaddin eyyubi,haçlıların komutanıyla ordularının önünde konuşuyorlar.bu sahne neredeyse her tarih filminde klişedir.savaştan önce diyaloğa giren komutanlar klişedir.fetih 1453 filminin bundan esinlenmeside son derece normaldir.

bu ve buna benzer örnekler vermişsiniz.bir nevi film tamamiyle arak demişsiniz.

benzerlikler her filmde,her sanat eserinde olabiliyor.

ama dediğim gibi ne gereği vardı.
 

1 yorum:

  1. yılmaz özdil belli ki birilerinin taşağını yalıyor, yalamak da zorunda...
    tamam ben yazılarını beğeniyorum ama hiç düşünmeden de eleştiriler yapabiliyor...

    Senin attığın mesaj üzerine böle bir yanıt vermesi çok ibnece bir tavır
    öle soruya böle cevap :S
    öyle göte böyle yarak :S

    beklemezdim özdil'den... İyi herif gibi gözüküyodu bea, bu arada küba avareden gördüm seni, blogun takipçisiyim usta... İyi iş çıkarıyon hell

    YanıtlaSil