Kemalizm nedir ? Bir ideolojiden öte
kemalizm nedir ? Sürekli mi durağan mı ? Son zamanlarda bu sorularıma cevaplar aradım.
Her geçen gün hortlayan Atatürk düşmanları bu merakımı daha da kamçıladı. Neydi
bu insanların kemalist ideolojiyle alıp veremedikleri. Neydi bu kemalistlerin
feryat figan bağırışları.
İşe öncelikle köşe yazarlarıyla
başladım. Ee ne de olsa memlekette önüne gelen köşe yazarı oluyor. Bir
kahvehanedeki Ahmet amca eksik. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Hükümet
yanlısı ve anti militarist yazarlardan, her şeye muhalefet, kemalist yazarlara
kadar her kesimden insanı okudum. Her birini anlamaya çalıştım. Olabildiğince
tarafsız oldum. Kafama yatmayanları kestirip attım. Kendi iramdem ile bir
sonuca ulaştım; bu ülkede siyah tam siyah, beyaz tam beyaz. Ortası yok.
Önüne gelen bir türkü tutturmuş. Onu
çığırıyor. Empati denen şeyden eser yok. Ee güzel kardeşim yeni mi öğrendin
bunu diyeceksiniz. Valla yeni öğrenmedim ama bu kadarını da beklemiyordum. Bu
serzenişlerim Ahmet Taner Kışlalı’yı keşfedinceye kadar devam etti. O zamana
kadar bir boşlukta gibiydim. Ayağımı nereye basmak istesem batıp gidiyordu.
Kimi zaman bir akıntıya kapılıp gidiyordum. Her şey güzel iken bir tutarsızlık seziyor,
başka bir akıntıya sürükleniyordum.
Asıl konudan uzaklaşmadan toparlayayım.
Ahmet Taner Kışlalı 1999 yılında evinin önünde suikaste kurban giden bir
akademisyen, aydın, kemalist. Kendisini keşfetmekte geç kaldığım için kendime
kızsam da, hiç okumamazlıktan iyidir. Arayışım bir kemalistle sonlandı diyebilirim.
Eninde sonunda taraf olacaktım. Bu ülkede taraf olmak, tarafsız olup gerçeklere
kayıtsız kalmaktan daha iyidir. Ben tarafsızım diyen insanda ister istemez
taraf oluyor aslında.
Ahmet Taner Kışlalı’yı diğer
kemalistlerden ayıran şey; gerçekçi ve sorgulayıcı olması.”Atatürk’e
saldırmanın dayanılmaz hafifliliği” isimli kitabında da bunun izlerini
görebiliriz.
Kalıplara bağlı kalmayan, her şeye
körü körüne inanmayan eleştirel yapısından kitabın girişinde bahsetmiş:
Aziz Nesin yıllar
önceki bir konuşmamız sırasında şöyle demişti:
“ -Geçmişte Atatürk’ü
eleştirmiş olmaktan dolayı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğine,
tersine daha da büyüyor.”
Benzer aşamadan
geçmiş bir kişi olarak, bu değerlendirmeyi gönülden paylaşmam zor değildi.
Zaman bizleri değil, Mustafa Kemal’i haklı çıkarmıştı.
(Alıntıdır)
Bu yüzden “Atatürk’e saldırmanın
dayanılmaz hafifliliği” isimli belge nitelikli eseri okumanızı tavsiye ederim.
Ebediyete ulaşmadan önce Vakit gazetesi tarafından fişlenip, resmi üzerine
çarpı işareti atılmış, bir nevi infazı için dış güçler harekete geçmişti. Artık
rahatlıkla büyük bir özgüvenle ‘kemalistim’ diyebiliyorsam, bu Ahmet Taner Kışlalı’nın vesilesiyle
olmuştur. Zaten Atatürk sevgisiyle büyüyen kalbim, mantığımı da bu yola itmişti.
O ve onun gibiler unutulmayacak.
Gelelim Yılmaz Özdil’e;
Başlıktan da anlayacağınız üzere
konularımdan biri de Yılmaz Özdil’di. Sorularıma cevap bulmak için girdiğim
arayışta yazılarını okudum. Türk basınının amiral gemisi denilen Hürriyet’te
3.sayfada yazdığı için kendisine kayıtsız kalamazdım. İlk başta her şey güzel gidiyordu.
Kaynağı popüler kültür olan, kara mizah yaparak yazdığı yazılar hoşuma gidiyordu.
Öyle ki sosyal medya aracılığıyla, yazıları milyonlara ulaşıyor. Türkiye’nin en
çok okunan köşe yazarlarından biri.
Buraya kadar her şey güzel. Taa ki
bir yazısını beğenmeyip, kendisine attığım bir e-maili cevaplandırana kadar…
“Holivut’un fethi” isimli yazısını
beğenmemiştim (birazdan paylaşıcam).Kendisini eleştirdiğim bir e-mail
gönderdim. Her yazısını beğenip “çok güzel olmuş” diye mesaj atıp,”teşekkür
ederim” yanıtı alınca da havalara uçan insanlar gibi olmak istemedim. Sevdiğim
bir yazara yapacağım en büyük iyilik düzeyli eleştiri olur diye düşündüm. Çünkü
içi boş teşekkürlerin kimseye yararı yok.
Sağolsun geri dönüp attığı egosu
yüksek mesaj karşısında madalyonun diğer yüzünü de görmüş oldum. Madalyonun
diğer yüzünde, kemalizmi Atatürk düşmaları elinde oyuncak eden kemalistlerin
varlığına şahit oldum. Kemalizmi dinsizlikle bir gören yobaz kafaların, bunu
hangi gerekçelere göre savunduklarına bir bir şahit oldum. Cumhuriyetten önceki
tarihini yok sayan, Osmanlı ‘ya ait ne varsa hatırlatılmasından rahatsız olan
sözde kemalistlerle aynı havayı soluduğumu fark ettim.
İşte o yazısı ;
Holivut' un fethi
Yaptığım Eleştiri Ve Yılmaz Özdil ' in Bana Verdiği Karşılık :
Yılmaz Özdil yozdil@hurriyet.com.tr
|
|
|
|
|
|
Gerek yok diyorsan, Ahmet Altan'ı oku Küba.
______________________________
__
Kimden: küba gibiyim [
kubagibiyim38@gmail.com]
Tarih: 23 Şubat 2012 Perşembe 13:10
Kime: Yılmaz Özdil
Konu: Eleştiri
bu bir eleştiri yazısıdır.zaten övmek istesem isminizin baş harflerinden akrostiş şiir yazar gönderirdim.
her neyse sizin sıkı bir takipçinizim.iyi bir okurunuzum.genç bir
okurunuzum.kemalist,atatürk ilke ve inkilaplarına sahip çıkmaya
çalışan,trakyalı,atatürk'ün hemşehrisi olan bir gencim.sizde her
yazınızdan sonra ''helal olsun'' dedirten bir yazarsınız.
ama gel gelelim 21 şubat 2012 tarihli yazınız beni üzdü.berbarttı.ahmet altan'la karşılaştırdım.o bile daha iyiydi.
''holivut'un fethi'' başlıklı yazınız.hani ''fetih 1453'' filmine geçirdiğiniz yazını
z.ne<
http://z.ne> gereği vardı çok merak ettim.türkiye'de kırk yılda bir tarih filmi yapılır.çoğu bok gibi olur.emek verilmez.para harcanmaz.
adamlarda bu eksiği görmüşler.yahu azıcık ciddiye alalım şu işi
demişler.para dökmüşler.zor bir konu seçmişler.öyle ki istanbul'un
fethini anlatmışlar.bir film için detaylarla dolu bir konu.çağ açıp,çağ
kapatan bir olay.
ama siz daha filme gitmeden kafada bitirmişsiniz filmi.bileti alırken
yarın ki yazım bunu eleştirmek olsun niyetiyle girmişsiniz.
soruyorum ne gereği vardı.
bu filme gidecek olan izleyiciyi önyargılar içine sokmanın ne gereği vardı.
''muhteşem yüzyıl'' tarzı saçmalıklardan uzak,iyi niyetle tarihi film
yapmaya çalışmışlar.cumhuriyet tarihinin en görkemli tarih filmini
yapmışlar.tarihi sevdirmek için iyi bir neden.
acaba içinde milliyetçilik ve dini temalar oldukça çok olduğu için mi bu yanılgıya düştünüz.
bir kemaliste yakışmayan hareketller.
insanlarda sonra kemalistleri din düşmanı,cumhuriyet öncesini yok sayan,bu tarz filmlelere çamur atan kişilikler sanıyor.
örnek vermişsiniz.cennetin krallığı filminde selahaddin
eyyubi,haçlıların komutanıyla ordularının önünde konuşuyorlar.bu sahne
neredeyse her tarih filminde klişedir.savaştan önce diyaloğa giren
komutanlar klişedir.fetih 1453 filminin bundan esinlenmeside son derece
normaldir.
bu ve buna benzer örnekler vermişsiniz.bir nevi film tamamiyle arak demişsiniz.
benzerlikler her filmde,her sanat eserinde olabiliyor.
ama dediğim gibi ne gereği vardı.