Gözlerinden yaş
geldi mi ? hani adın kadar absürd olan
hayata veda ettiğin gün …
Eriklere dalmışsınız
o gün, dayağını en çok yiyen ama en kafa dengi arkadaşın eren’ le, cepleriniz
dolu dolu karşıdan karşıya geçerken, son sürat gelen bir arabaya çarptığın an
savrulmuşsun bir kenara.
Sen arabaya
çarpmışsın. Yaşasaydın fıkra gibi dinler, gülerdik haline. Belki abartır “ olm
haşat olmuş araba“ derdin.
‘ bitkisel hayat ‘
kelimesini ilk senin sayende daha 7
yaşındayken öğrenmiştim.
Sen daha okuma –
yazmayı öğrenemezken, bizim öğrendiğimiz ilk şey bu oldu.
Sonra fişini çektiler. Bu sefer de ‘ morg ‘ denen yeri
öğrenmiş olduk.
İnanmayacaksın
ama, sınıftakiler, morg denen yere girip
seni son kez görebilmek için birbirleriyle yarıştılar. Hani yanına bile
yaklaşmayan, adını duyduklarında
yüzlerini buruşturan kızlar bile senin için kuyruk oluşturdular.
Öldüğün gün çok
sevildin be oğlum. Cenaze gününde riyakarlık resitali sunuldu. Maskeli balo
gibiydi. Kimse yüzündeki maskeyi indirmek istemedi.
Yaşarken seni zerre
düşünmeyen annen var ya, o gün ağlamaktan gözleri şişti. Ablan ayılıp bayıldı.
Baban ise her zaman ki gibiydi. Sessiz ve derinden çekiyordu acısını. Ya da
bana öyle geliyordu. Belki de ortamdan sıkılmıştı, gidip bir an önce şarabını
yudumlamak da istiyor olabilirdi.
Dediğim gibi maskeli balo gibiydi cenaze törenin. Gözlük
takmaya gerek yoktu.
Fişinin çekildiği gün
sınıfta oturduğun sırayı boş bıraktık. Herkes çiçek topladı, sırana koydu. Ben
de koydum. Sırana da oturdum. Kimse oturmak istemezdi yanına. O gün neden
bilmem herkes kutsallaştırdı orayı.
“ … doktor doktor kalkasana,
Lambaları yaksana,
Atam elden gidiyor, çaresine baksana …“
Bu şiiri hatırlıyor
musun ? 10 kasım’ da okumuştun. Üzerine düşülmediği için okuma – yazmayı bir
türlü öğrenememiştin. Ama kafan zehir gibiydi, bunda herkes hemfikirdi. Ben, Onur ve sen meydandaki parka gider,
siyaset meydanı adı altında ottan boktan konuşurduk. Daha 7 yaşında
çocuklardık. Ayıp fıkralar anlatırdın. Ölürdük gülmekten. Ama o masumiyeti
kaybetmezdin. Alkolik anne ve babanın yanında büyüyen bir arkadaşımızdın sen.
Gülerdin ama içten içe ağlardın.
O bataklıkta
gördüklerini, duyduklarını bize anlatmazdın. Masumdun, bir bebek kadar masum.
Öyle olmasa yanımda olurdun. Bir meleksin şu an. Saf, günahsız bir melek.
İzliyorsun beni ve ardından timsah gözyaşları döken tüm iki yüzlüleri.
İyi ki bu tiyatronun içinde yoksun.
Sen gittikten 3 – 4 yıl sonra baban kalp krizinden öldü.
Zaten babamın kalbinde pil var diyordun.
Sefalet ve tembellik sonunu getirdi.
Ablan, liseyi bitirir
bitirmez evlendi. Sonra ne oldu
bilmiyorum.
Annenden bahsetmeme gerek
var mı ? Boşuna demiyorum ; iyi ki bu tiyatronun içinde yoksun diye. Babanın ve
ablanın gidişinden sonra iyice kötülüğe battı. İki adamı peşinden sürükledi.
Birinin katil diğerinin ise ölümüne sebep oldu.
Kefaretini ödedi her biri.
Ve ben de ödüyorum
kefaretimi. Herkesin ödediği gibi.
Bizler masum
değildik. Çünkü sen, günah dolu evinden çıkıp bizleri güldürürdün. Tıpkı izleme
fırsatı bulamadığın “ hayat güzeldir “ filmindeki oğlunu mutlu etmeye çalışan
baba gibi. Bizler oğlunduk ve sen de bizim henüz 7 yaşındaki babamız. Tüm
çaresizliğine rağmen güldürürdün biz günahkarları.
İnanmıyorum o gün gözlerinden yaşlar geldiğine, yok yok sen
gülmüşsündür savrulup giderken bile.